Merhabalar Sıddık,
Benden Başka Herkes’in çıkmasından bu yana neredeyse iki yıl oldu. Yeni öykülerini okumayı özledik. Sen bu süreçte çocuk kitapları çıkardın. Elbette onlar üzerine de konuşacağız. Öncelikle ben öyküler üzerine konuşmak istiyorum. Benden Başka Herkes’in 2020’de yayınlanması sonrası geçen süre içinde aldığın tepkiler nasıldı? Bu tepkiler seni nasıl etkiledi?
Merhaba Zeki. Ekim’de iki yıl dolmak üzere evet. Aslına bakarsak çok tedirgin olarak vermiştim dosyayı yayınevine. Kitapla okur arasında bir ünsiyet kurulamayacağı korkusu çok gerdi beni. Hatta hiçbir şey yapmadan bir yıl beklettim kitabı. Bu sebepten. Ancak sonrasında beklemediğim bir teveccüh aldı kitap. Galiba bir atmosfer yaratabilmiştim. Genel olarak olumlu dönüşler aldım. Fakat bu bir ilk kitap. Kusurlarıyla. Olumsuz görüşler de oldu. Çoğunlukla mutlu oldum diyebilirim. Ufak gerginlikleri saymazsak.
Benden Başka Herkes’in öyküleri iki ana başlık altında toplanmış: Hep Eksik ve Hep Hiç. Öykülerinde hep eksik dediğin şeylerin öyküsünü mü yazıyorsun yoksa? İnsanın eksik yönleri bir yazar olarak seni rahatsız ediyor mu?
Bu bir eksiklik mi yoksa normali mi bu karar veremiyorum bazen. Ama yine de adına ne dersek diyelim bir kuruntu bir vesvese bir hiçlik peşimizi bırakmıyor. Eksik olma hissi bu dünyaya özgü bir his zaten. İnsanın ömrünü verdiği, tamamlamak için çırpındığı bu eksikliği ölüm tamamlayacak belki de. Yine de rahatsızım diyemem. Sadece bu duyguyla yaşamayı öğrenmeye çalışıyorum hâlâ.
Sıddık, öykülerde geleneğin izinden gidip öykülerinle yeni bir yaşantı inşa ettiğini görüyoruz. Geleneği takip edip yeni öyküler kurmada son derece titiz davrandığının da farkındayım. Mekan olarak dahi doğallığı, saflığı yansıtan yerleri, özellikle köy/kasaba, seçiyorsun. Öykülerde yapaylığa karşı doğallıktan yanalığın üzerine konuşalım istersen.
Çok iddialı sözler söylemek istemem. Doğru bildiğim şeyi yapmaya çalışıyorum. Ama bu doğrunun karşısında bir yanlış vardır diyemeyiz. Başka başka doğrularla örülmüş bir yol kurmaca. Benim ilk kitap özelinde tercihim evet buradan oldu. Bu bir yanıyla bilinçli bir yanıyla rastlantıydı. İnsan yaşadığı yere benzer sonuçta. Lakin onun üzerine düşünüp bir tasavvura dönüştürmezse yaşamanın ne anlamı olabilir ki? Şöyle deriz o zaman şair gibi; “Halksız şehirler değil kris, şehirsiz halklar çok halklar, çok şehirsizler.”
Öykülerinde karakterlerin ilişkilerini temele alarak insanların çıkmazlarını da anlatıyorsun. Geniş Çaplı Bir Cürüm öyküsünde değerli öykücümüz Mehmet Kahraman‘ın Kariyer öyküsünü devam ettirmişsin. Erol ve eşi arasındaki evliliğin maalesef bir ölümle sonuçlandığını görüyoruz. Fedakârlığın yakıcılığı üzerine konuşalım mı biraz?
Bahsi geçen öyküyü okuduğumda hislerimi tam olarak anlatamayacağıma karar verip üzerine bir öykü yazma fikrinden vazgeçmiştim. Ama sonuçta her şey “hep eksik ve hep hiç”ti. O sebepten yazdım. İnsan ilişkilerinin temelinde fedâkarlık olduğuna inanırım. Zaten insanın hamurunda olan bir şeyi gün yüzüne çıkarmak da zor olmasa gerek. Ama karşılıklı bir şey bu. Ki bunun bir sebebi olamaz. Sevmek sebep gerektirmez. Oysa şu an “kazan, kazan” modeliyle karşı karşıyayız. Fedâkarlık artık salaklık olarak görülüyor çoğu yerde.
Öykü dışında çocuk edebiyatı üzerine de uğraş veriyorsun. Çocuk dünyasına girmek başlı başına bir meşguliyet. Zor ama güzel bir alan. Cevahir Altınparmak karakterinin iki kitaplık bir serüveni oldu. Bir yandan çocuklar için yazdığın eserlerin ve diğer yandan öykü yanın. Arada kalmışlık hissettin mi? Bu iki durumun yazarlığın açısından olumlu ve olumsuz yanlarını konuşalım.
Bu konuda epey eleştirildim. Çocuk edebiyatı maalesef alelade ve basit görülen bir alan. Ancak ben çok önemsiyorum ve bu alanda kalem oynatıyorum. Hem de keyifle. Çocukları seviyorum, onlara metin üretmeyi seviyorum. İmza günlerinde onlarla konuşmak bile bir yerde şifa. Arada kalmışlık hissetmiyorum çünkü iki alanda da kurmaca üzerinden ilerliyorsunuz. Bu bir olumsuzluk mudur bilemem ama ikiye bölünmüş oluyorsunuz hâliyle. Yine de bir pencere yerine iki pencereden baktığım için pişman değilim 🙂
Yayın dünyasında editöryel çalışmalarını da biliyorum. Yüzünü Örtüyor Sesin’i Veysel Altuntaş ile beraber hazırladınız. Bu alanda çalışmaya devam ediyorsun sanırım. Yazar ve yayınevi arasındaki en önemli bağ editörler ve sen bu düğüm kısmında da bulunuyorsun. Editörlük yazarlığını nasıl etkiliyor? Devam etmeyi düşünüyor musun?
Kolektif çalışmalar serisi planlamıştık o dönem ama sürdürülemedi. Kolektif bir çalışmaya eser verip hem de editörlüğünü yapıyorsanız müdahil olma alanınız genişliyor. Ama sadece bir şahsın kitabına editör olarak katkı veriyorsanız genelde bunlar tavsiye niteliğinde oluyor. Şu an bir yayınevi editörüyüm de aynı zamanda. Yazarla editör arasında bir çizgi var kıldan ince kılıçtan keskin 🙂 Onu tutturmak mühim.
Bence editörlük kötü metinlerle başa çıkma kabiliyetinizle alakalı bir durum. İyi metni zaten herkes okur. Kısaca nasıl metinler yazmamam gerektiğini öğreniyorum bu meslekte. Nasıl yazmam gerekiyor metinlerini zaten kitap hâline gelince edebiyat kamusu da görmüş oluyor.
Yeni şeyler var mı? Üzerine çalıştığın dosyan. Yahut ilerisi için bir hedef? Son olarak bunun üzerine konuşalım. Hatta bu soruya elinde okumakta olduğun eserleri de alabiliriz. Teşekkür ederim.
Yeni şeyler hep var 🙂 Bir çocuk edebiyatı eseri geliyor. Bir aya. Öykü dosyamı da yarıladım. Başka bir iki projem daha var. Ama zamanını kolluyorum galiba. Çok büyük hedeflerim yok. Yazdıklarım okunsun, sevilsin isterim, herkes kadar.
Masam hayli karışık. Bir yanda Dante’nin İlahi Komedyası var. Bir yanda Thomas Bernhard’ın Neden’i. Vakit buldukça da Şule Gürbüz’ün Kıyamet Emeklisi’ne göz kırpıyorum.
Ben teşekkür ederim. Bu vesileyle derginiz hayırlı olsun.
Bir cevap yazın