Zeki Altın – Kadir Korkut ile Büyük Yanık Üzerine
Zeki Altın – Kadir Korkut ile Büyük Yanık Üzerine

Zeki Altın – Kadir Korkut ile Büyük Yanık Üzerine

Kadir abi selamlar. İlhami Çiçek ile başlamak istiyorum müsaden olursa. Bir şiirine de konu olmuş. Sendeki yerini konuşalım? İlhamı Çiçek ve ona yazdığın şiir hakkında ne düşünüyorsun?

İlhami Çiçek içli şair. Metninden kokusu halen geliyor. Günümüzde şiirde ne eksik diye soracak olursak Çiçek’in özellikle bazı şiirleri iyi bir cevap olabilir. Oyun yapmıyor, hayatıyla şiirinin arasında mesafe az. Sözünün çıktığı kaynağın içinde kendi canı da var. Çiçek’in şiirlerini okuyunca gözümün önüne cam bir kavanoza kapatılmış da son anda hayata çıkarılmış bir bedenin tırnakları geliyor. Bazı şiirlerini söylemek istediklerime yakın buldum ve onlardan yararlanmaya başladım. O etkileşimin ve emeğin sonucu olarak İlhami Çiçek’in Diğer Yarısı başladı. Üzerinde çalışa çalışa onu bir yere getirdim. Bu şekliyle Dergâh dergisindeki ve Büyük Yanık’taki yerini almış oldu. Şimdi senin sorunla tekrar bakınca daha sonraki yıllarda bu şiirin daha da işlenebilir olduğunu hissettim.

Kitabın içinde 25 şiir var. Bu şiirlerden Büyük Yanık şiiri kitaba ismini vermiş. Bu şiirden hemen sonra Köz şiirini de çağrışımsal olarak yanık, köz gibi kavramlar açısından Büyük Yanık’ı destekliyor. Büyük Yanık şiirinde annenin sendeki yeri baskın görülüyor. Kitabın bütünlüğünü de düşünürsek sendeki büyük yanık ve kitap hakkında ne söylemek istersin?

Yakın çevremde yaşadığım ölümler üzerine o kadar çok şey söyleyebilirim ki. Sıkıca paketlenmiş, uzak yola çıkmak için üst üste kemerlenmiş bir gurbetçi valizi gibi hissediyorum kendimi. Karnımdaki o yumruk çözülmedi henüz. Sanatla irtibatım annemi kaybetmeden önce de vardı, fakat onun ölümüyle o dönem için yoğunlaştı. Daha çok şiir çalışmaya başladığımı, şiirlerde ısrar ettiğimi anımsıyorum. Ölümü biraz seküler bir gözle karşıladım ben. Çocuksu bir hıçkırıkla boğuştum herhalde onunla. Şimdi geldiğim noktada bunu da biraz tuhaf buluyorum. Teslim olmayı bilmeyen garip bir varlık var orada. Şeytanın beni alkışladığını duyar gibi oluyorum. Oysa bize verilen beden bile bizim sınırını aşamayacağımız bir yaşam alanı sunuyor bize. Daha olgun olmak, daha geniş açıdan oyunu takip etmek gerekiyor. Yoksa burada bulunuşun anlamına gölge düşüyor.

Şiirin kitabının girişinde bir epigraf yer alıyor. Bu epigrafın işaret ettiği duygunun gizliliğini sorgulamak seni rahatsız eder mi bilmiyorum? Kalaycıların kalayladığı duygunun şiirindeki yeri hakkında neler söylemek istersin?

Eskiden mahallelere kalaycılar gelirdi, genelde bunlar roman bölgelerden şehrin diğer sokaklarına yayılan bir grup aileden oluşurdu. Onların neredeyse bir karşılık beklemeden bu samimi uğraşları bilinçaltımda nasıl olduysa kazınmış kalmış. Hiç beklemediğim bir anda bu anlar bir ikiliğe dönüştü. Fakat bu buluşun duygu durumu o kadar kendine has ve içe büklümlenen bir şekildeydi ki devamını getirmekte bir heyecan bile aramadım. O ikilik sadece bir ikilik olarak gelmiş gibiydi. Fakat ilginçtir, kalaycılıktaki ‘’köz’’, büyük yanık ve diğer sıcak imgeler arasındaki gizli ilişki şu anda da şaşırtıcı. Ben bunları tasarım olarak koymadım. Sanırım bunlar büyük bir buz kalıbının birlikte çözülüp şiire karışması.

Kadir abi, şiirlerindeki lirik ve pastoral kelimeleri ve kelimeler ile oluşturduğunu imgeleri çok kıymetli buluyorum. Bu kelimelerin lirizm ve pastoral açıdan şiirlerinde derin bir etki yaratıyor okurların dünyasında da. Sözcüklerin ile Kadir Korkut arasındaki bu sözcük seçimi nasıl bir aşamadan geçiyor?

Şu ana kadar yazdığım şiirlerde çalışma anlarını dışarıda bırakacak olursak, kendi seçtiğim kelimeler azınlıktadır. Tasarım ve çalışma bende başlatıcı olmadı. Hep o gizli dal bana uzatıldı, al bunu yaz diye. Çoğunlukta yolda giderken, başka bir işle uğraşırken, öğrencilerimle konuşurken, arkadaşlarımla şakalaşırken dizeler buldum. Oturup bir masada başlatmadım hiçbir şiirimi. Şiirim tabiattan beslensin, lirik bir sesi olsun diye de bir niyetim olmadı. Benim ses tellerimden dünya bu şekilde çıkıyor. İnsan ses tellerini kastederek değiştirebilir mi? Daha kalın çıkartayım, dur şu sesimi incelteyim diyebilir mi? Ben şiirimi bu şekilde buldum.

Doğanın içinden şiirlerine hareket ediyorsun. Şiirlerinde doğa dışında temel kaynak olarak beslendiğin kaynaklarını soramak isterim. Filmler, geziler, kitaplar, müzik, mesleğin… Şiirlerini beslediğin alanlarla şiirlerin arasında nasıl bağ kuruyorsun?

Hayatta her karşılaşma şair için bir fırsattır. Eğer tezgâh hep açıksa şaire malzeme yağar. Bu diğer sanat eserleriyle temasta elde edilebileceği gibi, başka konuşmalara, seslere ve doğal akışa kulak vererek de duyulabilir. Hayatın içinde canlı olmamız, kıpırdamamız, kulağımızın içine harflerin düşmesi ve bizi harekete geçirmesi. Yüzümüzdeki ince kasların bizi gülümsüyormuş gibi göstermesi. Böyle böyle görülmeyen ama bağıran ‘’mucize’’ler var. Ben kendime baktığımda bile yazma güdüsüyle doluyorum. Bunun için Allah’a şükrediyorum. Bu noktadan hareket edince yücelten müziğin, derin uğultuların beni etkilediğini söylemeliyim. Mesela Hans Zimmer diye bir adam var. Lise yıllarımda oynadığım 2. Dünya Savaşı oyunlarından, bizi etkileyen filmlere kadar birçok sürecin içinde bulunmuş. Müziklerini bestelemiş. Onun o kutsal çizgideki ezgileri beni arındırıp yeniden dünyaya getiriyor. Bundan sonra estetiğe olan, sanata olan bağlılığım tekrar yükseliyor. Balkan müzikleri, Kafkas, Azeri damar bende büyük bir heyecan uyandırıyor. Ritmik gamı seviyorum. Yazılsa daha çok unsurdan bahsetmem gerekecek ama okuyanları boğmayalım. 🙂

Erzurum’un küçük ilçesinde bir köy okulunda koyun sürülerinin yanı başında öğrencilere ders anlatıyorum. Bu açıdan baktığımda senin kitaptaki Lirik Pastoral şiirindeki “Beni şair olarak atadılar köylere/ Ki öğreteyim çocuklara/ Güzel bir yüzün ölçülerini” sormak istiyorum. Öğretmen bir şair olarak öğrenci – öğretmen – şair üçgeninde Kadir Korkut neler söylemek ister?

Öğretmenlik diğer hiçbir mesleğe benzetilmeyecek kadar özel. İnsana dokunmak, ona şekil vermek, fikirlerini, duruşunu etkilemek başka hangi meslekte mümkün? Şairliğimi branşım olan İngilizce Öğretmenliği’ne eklemlemeye başladığımdan beri öğrencilerimle sevgi bağım, onların nazarındaki saygınlığım arttı. Öğrenciler açısından yazan, dergilerde, programlarda görünen bir öğretmene sahip olmak bir güdülenme vesilesi. Mizaç olarak şefkati, kolaylaştırıcılığı yüksek bir öğretmenim. Zaman zaman suistimal edilsem de bu tavrımdan vazgeçeceğimi sanmıyorum. Derslerde kendi kazanımlarıma geçmeden bazen dergiler gösteririm, kitaplar tanıtırım, ara ara modern edebiyat dergilerinde son yayınlanan, beğendiğim şiirleri onlarla paylaşırım. Bunun meyvesi olarak her çalıştığım okulda yazmak isteyen, yazar-şair olmak için yanıp tutuşan on-on beş öğrencim hep olmuştur. Teneffüslerde, öğle aralarında bile bir şeyler paylaşırız. Bazen öğretmenler odasına zar zor giderim. Bende genellikle öğretmen-öğrenci-şair üçlemesi tek bir insanmış gibi bir mesai gününde iç içe geçmiş olur. Genelde büyük bir yorgunlukla eve gelirim.

Futbol ile bağını biliyoruz. Özellikle Sakaryaspor’un sendeki yeri çok kıymetli. Futbol ve Sakaryaspor’un bu kadar yaşamını kapsarken ilginçtir kitaptaki şiirlere tesir etmemiş. Bu bağın kuvvetinden dayanak alarak merak ettiğim için soruyorum: Futbol ve Sakaryaspor bağlantılı bir şiir okumama sebebi var mı? Hiç yazmayı düşündün mü?

İlk yazım Tatangalar.Com forum sitesinde, ilk matbu yazım da TATANGALAR dergisinde yayımlandı. O sayılar halen mevcut ve tekrar baktığımda halen o kadar kaliteli buluyorum ki. Bir tribün grubunun çok ötesinde çalışmalarmış onlar; orada olmak, ilk edebi terbiyemi şehrimin sivil toplum örgütlerinden birinin elinden almak beni gururlandırıyor. Sakaryaspor beni hep yazmaya itti, uğruna çok yazılar yazdım, notlar alıp bu pankart olur bak diye sırıttım kendi kendime. Tribünlerin ürettiği gerilim, uğultu, müzik beni en ölü anlarımda bile canlandırdı. Sakaryaspor’un çok uzakta bir maçı varsa ve ben gidememişsem, televizyonda kulaklarım Tatangalar’ın bestelerini arar, onları duyarsam maçın amacı yerine gelmiş olur. Sonuç artık önemli değildir. Bu ontolojik bir şey. Aidiyetimin güvenle kesiştiği yerde ben onun kucağına doğdum. Babam, annem, en küçük dayım, hala oğulları, mahallem küçük küçük bu sevgiyi bana nakşetti. Geri dönmek zorlaştı. Bunca sevgiye rağmen bu süreçleri hiçbir ‘’şiirde’’ kullanmamış olmam ilginç geliyor haliyle. Düzyazıda kastettiğin bir meseleyi metne katmak kolay da, şiirde yutkunuyorum. Şiirde şu ana kadar patron olamadım henüz.

Dost şiire dahildir. İlker abiye bu söyleşi aracılığıyla selam edelim. Onunla arandaki bağı biliyorum. Daim olsun. Gelin Kahvesi neşet etmiş bu bağdan. Bu şiirin hikayesini senin için de uygunsa dinlemek isteriz. Özellikle şu mısrayı anmak isterim: “ Seni duyamıyorum çünkü/ Bir gürültü olarak yetiyor kalbim/ Yanlış bir alıntı gibi/ Sırıtıyor yerinde”

İlker Abi bu şehirde karikatürü yapılabilecek ender insanlardan. Çünkü tamamen kendine has yaşıyor. Kendi prensipleri var. Okuması, yazması, basketbol sevgisi, Sakaryaspor ve tüm branşlarda-yaşlarda Türk Milli Takımlarını takip etmesi, belki otuz yıldır tuttuğu istatistikleri, arşivciliği…Tam bir roman kahramanı. Orhan Pamuk’un elinden mi çıkmış bilmem. Onunla ortak çok kitap okuduk, çok maça, fuarlara, şehir turlarına gittik. Bana kendi birikiminden, hayat tecrübesinden çok katkıları oldu. İlker Abi’nin Mardin’de besleyip büyüttüğü bir turnası varmış. Arada teneffüslerde yanına konar, onunla sohbet edermiş. Onun okuduğu kitapları o da okur, her şeyi anlar gibi susup İlker Abi’yi dinlermiş. Gittikçe arkadaşlıkları koyulaşmış, İlker Abi onu Adapazarı’na getirmek istemiş, çantama sığarsın, otobüste beraber gideriz demiş. O düşünmüş, önce olur demiş, sonra su koyvermiş. Gel zaman git zaman İlker Abi bu turnayı unutup kendi çevresindeki başka bir turnaya yer açamamış. Benim de şiiri yazdığım o dönemde çalıştığım bu şiirin duygu yükü onun durumuna yakışacağı için ona ithaf ettim. Yakıştığına halen inanıyorum.

Büyük Yanık çıkalı altı yılı geçiyor. İkinci şiir kitabı veya başka bir dosya çalışman var mı? Yeni bir şeyler bekliyor mu bizi?

Bu soruyla yarama maden döküyorsun. Ben gittikçe titizlenen bir insan oldum. Ne çoğu şairin yazdığını ne kendi yazdığımı beğenebiliyorum. Bir dosya yolunda tabii ki ilerliyorum, yine çoğunluğunu Dergah’ta yayınladığım olgunlaşan şiirlerim de var, ama ham kalan, duyduğumu dile getiremeyen şiirlerim de var. Bir yandan küçürek öyküler not ediyorum. Şehir-kültür-futbol üzerine düşünüp kaleme aldığım denemeler de var. Önce şiir, hem de her zaman! Ya nasip!

Son olarak okumakta olduğun kitaplar neler? Bize ve okurlarımıza tavsiye edeceğin eserler var mı? Söyleşi için ayrıca teşekkür ederiz.

Ben ilk duyduğumda Nazım’a kızmıştım, olur mu öyle şey diye. Ama şimdi aynısını yapıyorum: bir kitabı karıştırıp ve hatta son sayfalarını bir çırpıda okuyup vardığı yeri beğenmiyorsam kenara bırakıyorum. Online olsun matbu olsun şiirlerin ilk dizesine çok önem vermeye başladım, atlayarak sesi bulmaya çalışıyorum. Onların da çoğu yarım kalıyor. Eskiden bende bunlar yük oluştururdu, şimdi açlığımı kamçılıyor. Nerede o ses? Bulmalıyım hızına çıktığım anlar oluyor, çok yazar-şair geçiyor böyle elimden. Yeni romancıların oyunlarından tat almazsam, yine dönüp Peyami Safa okuyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir