Bulut

Paraşütün ipleri dahi kafam kadar karışık değildi. Binbir soru masallarının yazarı edasıyla otomatikleşmiş hareketlerle bir haftayı tamamlamak üzereydim burada. Elbette her robot gibi benim de basit komutlarla yerine getirmekle yükümlü olduğum ödevler vardı. Farklı olan içine düştüğüm çukurdan çıkmak niyetiyle hiçbir teşebbüsüm olmamasıydı. Hayalini kurduğum şeyin tam merkezinde gizli saklı işler yapmanın verdiği tarifi zor bir haz ile doluydu içim. Gözümün görebildiği, kulağımın duyabildiği her şeyi hafızamın zabıt defterine kalem kalem kaydediyordum. Bu anı bir kez daha ne zaman yaşayacağım meçhuldür çünkü. Biliyorum evet, kendi başkaldırımın eseri olarak şimdi bu dağ başındayım. Ve hiçbir isyan bir yaşam şekline dönüşmez kolay kolay. Hele hele gelecek öngörüsünü üç beş yıllık zaman dilimlerine göre yapan, iş ve evlilik evresini geçtikten sonra ise düz bir çizgiye razı olan bozkır insanı için. Bu yüzden bu bozkırın en tepesinden -gökyüzüne en yakın demek oluyor bu aynı zamanda- tüm içe kapanıklığımı silmek niyetindeyim. Kenarda bizi video kaydına alan arkadaşla birlikte on, on beş kişilik ekip gizli bir cemaatin sabah ayinini gerçekleştirmek için bekliyordu sanki. İpler düzenlendi. Telsiz takıldı. Eller frenlerden sımsıkı tutuldu. İçi havayla dolduğunda çubuklu dondurmaları andıran renkli rüzgâr çorabına kesik kesik bakışlar atıldı. Göğe yükselme anının itikat ile olmayan şeklinin gerçekleşmesine saniyeler kalmıştı artık.

Rüzgâra karşı yürü.

Birinci adım

ikinci adım

Üçüncü …

Ayaklarım yerden kesilmişti artık. Ezber ettiğim hareketleri yapıp göğe yükselme safhasında herhangi bir sorunla karşılaşmak istemiyorum. Başımı kaldırıp bakıyorum yerde küçük gökte kocaman görünen paraşüte. Belki yerdeyken nefret edip de içten içe küfrettiğimiz her şeyi ayaklar altına almamı sağladığı için minnettarım oluyorum iplerle asıldığım bu bulut parçasına.
İlerledikçe nokta insanlar virgül binalar görünmeye başladı. İlişkileri bu mesafede tutmak zevkini yaşıyorum doyasıya. Müdahale etmeden kırıp dökmeden… Sonra bir minare çarpıyor gözüme. Ben mi frenleri sıkıp alçaldım minare mi göğe yükselmeye niyetlendi anlamadım. Sonuçta paraşüt de minarenin görevini yapıyor sayılır gökyüzüyle iletişim kurmamızın yolu camiden geçiyorsa eğer. Tepemdeki renkleri yakıştırıyorum minarenin her taşına. Nizami şekilde üst üstte konulan pürüzlü taşların etrafında paraşütle tavaf etmek şirke girmiyordur umarım. Temsili olarak boyadığım minareyi ince bir gülümsemeyle selamlayıp -gerçek anlamda- ayakları yere basan bir birey olamaya hazırlanıyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir