Dikenleri ve yabancıları severim
İstanbul’a bir daha geleceğim diyen turistleri
Ve açılmaktan yorulmuş
pencerelerin gevşeyen kollarını
Kollar her daim gevşek kalmalı
(Sarılmaya ve kaybetmeye hazır olsunlar diye)
Kalbimde çıtırdayan ayak sesleri
Bastığım yerlerin sağlam olmadığını söylüyor
Bir intihar mektubunda okudum diyor ki
İsyan edenler kadar dünyayı sevsem yeterdi
Aynı işte sebat edenler, aynı adamda, aynı kadında…
Aynîlikten bu kadar nefret etmesem yeterdi
Dikenleri ve yabancıları severim
İstanbul’a tekrar tekrar gelen turistleri
İstanbul’u hiç görmeden ölen babamı
İstanbul’u hiç görmeden ölecek olan anamı
Taş bizim, duvar bizim, kale bizim
Taşı atamıyor, duvara yaslanamıyor,
kaleye giremiyoruz
Bilmiyorum ki bunu dert etsek en fazla ne olur
Şu yıkılıp duran gölge kimin
hep karşı eve doğru bakıyor
Şu iki çocuk karşı eve doğru yürüyor
Kargalar karşı evin balkonuna konuyor
Bu karşıda ne var ki her şey orada
Ben neden hep karşının karşısında kalıyorum
Dikenleri ve yabancıları severim
Olmayacak yerlere yuva yapmaktan zerre
korkmayan leylek hanımları
Katie ve John’un şarap dükkanı işleten babasını
Zeynep’le Ali’nin kanserden ölen annesini
Kurgusu zayıf filmlerden sıçrayan iyi oyunculukları
Şaşırtıcı olmayan şaşkınlıkları
Yontulmaktan yorulan Orta Doğulu sözcükleri
Şaşırtıcı derecede severim
Dikenleri ve yabancıları…
Çünkü onlar belleğe dahil olmayan ipuçları