İki tarafı tarlalarla çevrili yoldan fırlayıp gelen mıcır taşları mermi gibi servisin ön camına vururken aynı yolu sabah kalkıp yola düşmesinden bu yana ikinci kez gidiyordu Sıddık. Kavruk tenine uyan iki donuk göz iliştirmişti yüzüne. Yolun sonunda -tabi bir sonu varsa- dağların ardındaki o meçhul adanın hasretini çekiyordu. Belki de bu yüzden dört tekere yön veren bir meslek seçmişti kendine.
-Öğretmen servisidir komutanım. Okula gidiyoruz.
Parola gibi söylüyordu bunu kimlik kontrollerinde. Hayatının birkaç noktasında kapıların açılacağı sihirli sözcükleri ezber etmişti ama içindeki ıssızlığın yolunu bulamıyordu bir türlü haritalarda. İkinci servisi de sağ salim halledip okul bahçesine park etti Ford transit marka servisini. Öğrencilerin göremeyeceği tenha bir yere geçip yüzünü sıcaktan kaçırarak bir sigara yaktı hızlıca. Uzaktan servis aracına bakıyordu. Canlı yüzler mezarlığı her sabah itinayla defin işlemlerini gerçekleştiriyordu. Sonra ardındaki dağa sonra ardındaki hayali ıssız adaya dikti gözlerini. Omuzlarındaki yükü atıp tersyüz etmek istiyordu dünyayı. Issız adasına sürüp yalın ayak gezinecekti ilkin. Bir anda alnındaki çizgiler, ellerine yerleşmiş kabuk, sırtındaki kambur yok olacaktı. Her uzvuna kan yürüyecekti. Bu yaşadığı hayatta şimdiden bir böbreğinden olmuştu. Elini istemsizce deriyle tadilatı yapılmış boşluğa götürdü. Çevresinde olup bitenlerden habersiz adasının insanlarıyla selamlaşıyor yüzüne hafif bir tebessüm yerleştiriyordu. Dışardan izleyenler buna anlam veremese de işlerinin öznesi olmadığı müddetçe ilişmiyorlardı ona.
-Haydi Sıddık abi vakit geldi.
Küllenen sigarasını atıp ayağıyla sigaranın canını çıkardıktan sonra yürüdü servisin yanına Sıddık. Adanın hasreti hayatına karışmıştı yine.