Salındı bahçaya girdi çiçekler selama durdu,
Mor menevşe boyun eğdi gül kızardı hicabından
Erzurumlu Emrah
Aureliano, temmuz ayının o kavurucu sıcağında fil çiftesi yemiş bit gibi yatağından uyandı. Gördüğü rüyayı bir rüya gibi değil de sanki bir başkası, unuttuğu kişisel tarihinden bir gerçeği ona anımsatmış ve o da gerçekten yaşanmış bu hikâyeyi baştan sona hatırlamış gibi bir heyecana kapıldı: Sonbaharın az yağmurlu bir günüymüş. Rebeka 16 yaşlarında mahçup ve bakımlı bir lise öğrencisiymiş. Başı dik ama gözleri, o karşı gelinmez kuralcı annelerin öğütlerini her an akılda tutan kızlar gibi yere bakıyorlarmış. İki eliyle kitaplarını göğsünde tutmuş halde yürürken Aureliano onu evlerine giden sokağın girişinde görmüş ve oracıkta ona tutulmuş.
Aureliano, tam da onu gördüğü o saatte, bir grup insan ağır adımlarla bir ölüyü yolun karşısındaki camiye götürmekteymiş. Bu rastlantının yarattığı ruhsal karmaşayla, derisi içinde kemikleri görünen, bin beş yüz yaşlarında bir kadın elini uzatıp para istemekten çok, bir kehaneti haber verircesine kusursuz bir sesle: “Ölüme yazgılı olduğun gibi onu sevmeye de öylesin.” demiş ve elini açık tutmaya devam etmiş. Aureliano cebindeki bozuk paraları kadına uzatırken aşkın küstahça bir umursamazlık ve ısrarla bildiğini okumaya devam ettiğini fark etmiş. Çünkü o an, kalbinin uçan bir köpek kılığında Rebeka’nın olduğu yöne doğru gittiğini bizzat görmüş.
Bundan sonra Aureliano, her gün telefon açma bahanesiyle evlerinin karşısındaki telefon kulübesinin yanında durup onun okuldan dönmesini saatlerce bekliyormuş. Ama onu orada saatlerce bekleten şeyin aşk olduğunu kimse fark etmesin diye her defasında sırasını bir arkasındakine verip kuyrukta bekliyormuş. Kulübede tek olduğu sırada ise aradığı numarayı bir türlü düşüremiyormuş gibi davranıp zaman zaman ankesörü yumrukluyormuş. Derken o vurdumduymaz yürüyüşüyle Rebeka sokağın başında görünüyormuş. Ama her defasında Aureliano hiç orada yokmuş gibi geçip gidiyormuş. Bu telefon açma numarasının bu kadar uzun sürdürülemez bir şey olduğunu, günün birinde birilerinin dikkatini çekeceğini düşünen Aureliano mahalleden bazı arkadaşlar edinmiş. Arkadaşlarıyla kulübeye yakın yerlerdeki kaldırımlara oturup özellikle hafta sonları için onu daha çok görme imkânı yaratmış. Bütün bu bekleyişlerle geçen sürede o zamanların şaşmaz geleneğine uyarak herkesin yaptığı gibi ne bir mektup yazıp vermiş ne de bundan kimseye bahsetmiş. Buna çok da gerek kalmamış zaten. Çünkü Rebeka bütün bu telefon sırasını beklemelerin, kaldırımlarda ve duvar diplerinde oturmaların kendisi için olduğunu, onunla bir kere dahi göz göze gelmeden biliyormuş. Bir defasında yine elinde telefon kartı kulübenin önünde beklerken, Rebeka onun beklediği yerden değil de evlerine giden başka bir sokaktan aniden çıkınca Aureliano baskın yemiş gibi ne yapacağını bilememiş, panik içinde telefonu kulağına götürüp konuşmaya başlamış. Rebeka, bunun bir oyalanma olduğunu diğer elinde ankesöre koymayı unuttuğu karttan anlamış. İşte o zaman Rebeka, kendisinin de ona aşık olma arzusu içinde olduğunu onu suçüstü yaparken fark etmiş. Buna karşın Aureliano’ya avuntu sayabileceği bir umut vermiyormuş. Tam aksine davranışları, kadının sergilemekten derin bir haz aldığı, erkeğin ise ancak aşk uğruna katlanabileceği bir acımasızlıkla daha da sertleşiyormuş.
Günün birinde Rebeka, Aureliano’nun hiç beklemediği bir anda, okul dönüşü telefon kulübesine girip ankesöre kart koymadan konuşur gibi yapmış. Konuşmasını bitirince de ankesörün üzerine küçük bir kâğıt parçası bırakıp çıkmış. Rebeka evine doğru giderken Aureliano koşup kâğıdı almış. Açıp baktığında şu kısacık cümleyi okumuş: “Asıl senin aşkından verem olan benim.”
(yaz 2019, mersin)