+
Bin bir zahmetle adam ettiği arka bahçeye ektiği marulların üzerine karanlık çöktüğünden sonsuz bir boşluğu izliyordu. Gündüzünde kırkıncı gününün ekmeklerini dağıttığı babasının yokluğunun akşam el ayak çekilince iyice hissetmeye başlıyordu. Belki de karısından daha çok dokunduğu boya galonunu ters çevirip üzerine kuruldu alışık hareketlerle. Tüm bu yaşananlar ezber edilmiş bir tiyatro metni gibi görünse de babasının kendi hayatında bu denli derin bir boşluk açmasına şaşırıyordu. Bozkırın bu sonsuz sarılıkta yaşayan insanların gen hafızasına yüklediği son çocuk anne babayla yaşar, onlara bakar hem emekli maaşından da istifade eder fena mı? maddesi yıllarca Koç ailesi için de uygulamaya konmuştu. Annesinin babasına ördüğü namaz takkesi, dizleri yıpranmış kadife pantolonu, bayramın birinde kızlarının aldığı oduncu gömleği, yıllarını verdiği demiryolu raylarından hatıra kalan köstekli saat, faturalar için her para istendiğinde cebinden çıkan –çoğu lüzumsuz numaralardan ibaretkâğıt tomarı, pencere kenarında demirbaş gibi duran takma dişler, kırçıllaşmış sakalının kapattığı izohips haritasını andıran derin yarıklı yüz hatları… Sanki tüm bu yapbozun parçaları birleştiğinde babası karşısında zuhur edecek gibi hissediyordu Halis.
N’apıyorsun sen orada?
Karısı gelince sigaranın dumanı gibi dağıldı kafasındaki düşünceler Halis’in. Sürekli talep eden, –şikâyet eden demek daha doğru olureltileriyle yarışa giren, annesinin tarizlerine kulak asmayan bu kadını seviyordu aslında. Ama sinirlerinin burgularını gerip kardeşleriyle arasındaki uçuruma mesafeler taşımasına içten içe canını sıkıyordu. Görünen o ki ertesi günün akşamı kuyruğu kopacak olan dananın ruhuna dualar bağışlamak en doğrusuydu. İşkenceyle sıkıştırılmış bir ahşap parçasıydı ruhu. Bağrına açılan deliklerden nefes umuyordu.
+ +
Ustalaşmış elleriyle duvarın yüzünde hareket eden rulo sanki Halis Usta’yı yormak istemiyor gibi kendi görevini yerine getirip boya kovasının kenarına yaslanacağı an için sessizce çalışıyordu. Rulonun her gidip gelişinde sıvı hava kabarcıkları savaşa hazırlanan askeri birlikler gibi hazır kıta yerlerini alıyordu titiz bir nizamla. Halis kırk türlü senaryo kırk türlü konuşma hazırlamıştı akşamki buluşma için. Abilerine itinayla roller biçiyor, kendi de dâhil herkesi idam sehpasına çıkarmaktan geri durmuyordu.
Ne olacaksa olsun! Benim çok emeğim var o evde. Dışına yalıtımı içine dolabı siz mi yaptırdınız da pay istiyorsunuz ulan. Hem babam iki abimin de ev almasına yardımcı olmadı mı? Şimdi onlar ev sahibi olmuşken daha ne payı istiyorlar bu evden. Hâlâ da ısrar ederlerse lanet olsun der onları da silerim artık hayatımdan. Lazım değil bana öyle abi kardeş. Çok şükür paramı kazanıyorum çıkarım kiraya. Yükümü onlar taşımıyor ya. Evet evet, iyisi mi sağ sola bakarak olayım ben. Şöyle ucuz yollu bir ev bulursam kimseye de ağız eğmem. Ya da yok yahu! Ben neden çekiyorum ki kendimi. Ben hakkım olanı istiyorum. Canı cehenneme kardeşliği de batsın hukuku da.
+ + +
Havaya aslı zaman birinin onu alıp tepesini çevirip kurup hayatı yeniden başlatmasını bekliyordu. İlk sözü söylemek ortamda arabulucu rolü üstlenmiş kız kardeşlere düştü. “Ne karara varırsanız varın” dedi büyük abla “Birbirinizi çiğnemeden küslük çıkarmadan olacak bu iş. El âleme bizi güldürmeyin.” Paylaşım hakkındaki görüşünü saklı tutup yeni birinin sahiplenmesi için lafı ortadaki masaya bırakıverdi. Halis ev sahibi konumunda olduğu için çayları servis etmek ona düşmüştü. Cephenin diğer kısmında gelinler canlı mevzilere alınmadıkları için bir nebze kızgındılar küçük görümcelerine. Dilek annesinin talimatı – hatta biraz da helallik kozunu kullanmasıylaİstanbul’dan kalkıp gelmişti bu iş için. Hasta ziyareti kılıfına saklanmış bir iç savaşın cephe gerisindeki seyriydi onun yaşadığı. Ortanca erkek kardeş paçalarına biriken kot pantolonu, ağzı gözü yamulmuş kazağı ve üzerine giydiği firma eşantiyonu şişme montuyla ellerini namaz kılar gibi birleştirip ibrenin kendine dönmesini bekliyordu. Biliyordu ki toplanmaktaki asıl amaç onu ikna etmekti. Avını yakalamak için nefes bile almıyordu. Hayatın pususunda yaşamayı bekliyordu o da. Yalnız bahçedeki hoşaflık vişneden bile payını alan bu kardeş eşinin yokluğunda kendini biraz da savunmasız hissediyordu. Gözlerini tiftiklenen çoraplarına dikmiş beklerken yüzündeki mimiksizlik suratının neredeyse yarısını kaplayan bıyıklarının tek telini dahi hareketsiz kılıyordu.
Kızlar hakkından vaz geçti. Ben de bir şey istemiyorum. İyi kötü hepimizin evi barkı var. Rahmetli babam Halis’in de bir evi olsun isterdi. Bu eve emeği de geçti. Hâlâ anamıza da bakıyor. Bu evi Halis’in üzerine yapalım. Tarlaların icarından gelen parayı da her yıl eşit şekilde bölüşürüz. Böylelikle bu konu da kapansın. Anam da göçmeden resmileştirelim ki bu işleri sonradan sap saman karışmasın.
dedi büyük abi. Babalarının ruhu gökyüzüyle buluştuktan sonra otorite kabul ediliyordu ailede. Başlarda biraz çekingen davransa bile ablasının abasının altındaki sopasıyla başa gelene çekmek ona düşmüştü.
+ + + +
Halis bir itiraz olmasın diye dualar ederken için içinin etlerini çengellerle çekiştiriyordu. Tüm gözler yeni bir yanardağ patlamasına namzet ortanca kardeşe dönmüşken o beklenenin aksine gayet sakin bir tonla başladı konuşmaya. Derinlerden derin beslediği öfkeyi içinde patlatmış da dışarı sadece dumanlarını salıyordu sanki.
– Siz zaten kararınızı verip beni tekletmişsiniz. Ağız birliği yapıp gelmişsiniz buraya bir de tiyatro çeviriyorsunuz utanmadan. Ulan babamın aranızda en az faydası bana dokundu. Evi desen kayınbabam sayesinde yaptık. Yıllarca babamı yedi bu Halis. Baktı da emekli maaşını yemedi mi? Hollanda’dan gelince getirdiğim paralar ne olacak. Sizin tuzunuz kuru tabi. Amma benim adım İbrahim’se imza da vermiyorum hakkımdan da vaz geçmiyorum. Gayrı bundan sonra anca cenazeme gelirsiniz.
İbrahim otur şuraya alırım bak ayağımın altına.
Bundan sonra konuşacak bir şey kalmadı abi. Evi alsınlar bir yerlerine… Tövbe tövbe, elimden bir kaza çıkacak şimdi.
Çıkarsa çıksın lan ne yapacaksın, dedi Halis ok gibi ayağa fırlayıp.
– Vur vur utanma arlanma kalmamış sen de. Tamam et, kopar ne varsa. Lanet olsun size de malınıza da deyip koridor tarafına dikti gözlerini İbrahim eşinden medet umar gibi.
– Gülsüm! Kalk gidiyoruz. Buraya adım atan şerefsizdir bundan sonra.
+
Çay getirdi gelinler havadislerin peşine düşerek. Düğmeleri iliklenmemiş bir küslük doğmuştu bu akşam. Yemenisini göz yaşlarıyla ıslattı kardeşlerin annesi. Kalbinin derininde sakladığı yangında ilk kurtarılacaklar dosyalarında saklıyordu evlatlarını. Eşinden işittiği her azarın konusu çocukları değilmiş gibi şimdi üç kuruşun çetelesi tutuluyordu. Parmak ucuna kıstırdığı oksijen ölçüm cihazının dijital ekranında sıfırı görmeyi umarken üzüntüsünü elindeki patik örgüsüne işledi.