Mete Almalı – Hikmet Bey
Mete Almalı – Hikmet Bey

Mete Almalı – Hikmet Bey

Saat yedi çeyreğin eşiğinde. Devlet memuru Hikmet Bey birbirinin aynı olan bir güne yine açtı göz kapaklarını. Evin demirbaşlarından olan  ,taa düğününden kalan, deri terliklerini geçirip ayağına, mutfağa doğru yollandı. Mutfağa gitmek için kat ettiği koridor, kitapların renkli serüvenlerinin olduğu bir harikalar diyarıydı sanki. Uykusunu dağıtmak, yeni günün temposunu sırtlanmak için pek çok kişi farklı yollar dener. Ama muallimler muallimi Hikmet Bey yeni güne hazırlanırken kitaplardan destek alırdı. Mütevazı kahvaltısını ezber etmişçesine yaptıktan sonra öğrencilerinin karşısına çıkacağı sahne kostümünü seçmek için tekrar odasına döndü. Onu tanıyan mesai arkadaşları Hikmet Bey’in okula takım elbisesiz, tıraşsız, saçları dağınık olarak geldiğine tanık olmamışlardır. Ütüsüz pantolon giymeyi önce kendisine sonra üniversitedeki öğrencilerine saygısızlık addederdi çünkü Hikmet Bey. Tek çizgi pantolon ütüleme şampiyonası olsaydı muhakkak ki o galip gelirdi.

Gömleğinin yakasını kaldırdı. En sevdiği çizgili kravatını yılan misali gezdirdi boynunda. Bu kravatı ona kızı hediye etmişti. Bir ustanın sanatını icra ederken gösterdiği titizlikle yaptı kravatını. Gözlerini kapatıp en hızlı kravat yapma şampiyonası olsa idi eğer Hikmet Bey galip gelirdi.

Saat yedi kırk beş. Mesainin başlamasına on beş, dersin başlamasına yirmi beş dakika var. Bu zaman dilimindeki alt metin ceketinin iç sol alt tarafındaki küçük cebe göz kırpıyor. Samsun 216 onun ders planı yaparken yanında istediği yegâne yol arkadaşı. Üniversite lojmanlarında kaldığı için okula gitmesi pek uzun sürmez. Sırf bu yüzden günün ilk sigarasını evinde kül eder. Siyah yakalı lacivert paltosunu giyer, -kuvvetle muhtemel hediye olan- üzerinde Azerbaycan bayrağının bulunduğu anahtarlığına esir ettiği anahtarlarıyla kapıyı kilitleyip yola koyulur. Okula ulaşmak için çiğneyeceği yol biraz yokuş. Dizlerinin ağrısı yine isyanda. Nefes alıp verirken çıkan ses ise Hikmet Bey’e karşı yürütülen bu kolektif mücadelenin marşlarını haykırmakta. İşte bu zaman diliminde göbeğinin, omuzlarının vücuduna yaptığı yük hayat yükünden daha ağır gelir Hikmet Bey’e. Kaç kere zayıflamaya, ağır tempo yürüyüş yapmaya niyet etmişse de okula ulaştığında merdivenler yerine asansörü tercih eder her defasında. Fakat bu demek değildir ki bu adam karar verdiği bir işin sonunu getirmeden pek eder. Tuttuğunu koparıp başarılarını ceketinin yakasına rozet diye takma yarışması olsa idi eğer şüphesiz ki Hikmet Bey birinciliği kimseye kaptırmazdı.

Odasına girdi. Tam karşısındaki duvarda bulunan pencereden bir ışık huzmesi gözlerine doldu. Daha doğrusu gözlüklerinden süzülüp gözlerini okşadı. Biri uzak diğeri yakın iki gözlük kullanırdı. İleri derecede astigmattan ötürü gözlerini çıkardığında gözlerini kısar, neredeyse kaşları göz yerine geçerdi. Tıpkı bir kaplumbağanın kabuğuna çekilmesi gibi. Yıllarca öğrencilerine ders çalışırken ışığın yandan gelmesi gerektiğini söyleyen Hikmet Bey’in masasına  –kadere bakın ki- ışık arkasından geliyordu. Kapıya göre sol taraftaki duvarda tepeleme kitap dolu bir kitaplıkla ödüllendirilmişti. Rafların dolup bu yükü kaldıramadığı zamanlar çoktan başladığından son zamanlarda odaya buyur edilen kitapların mekânı yer olmaya başlamıştı. Yerdeki kitaplar her ne kadar düzgün bir şekilde sıralanmış olsa da odaya dağınık bir görüntü bahşetmişti. Her an göç etmeye gebe bir kabile gibi. Oysa göç etmek eylemi Türkçenin ana rahmine doğmuş bu adama bir hayli uzaktı. Çünkü ona göre taş yerinde ağırdı. Çekimli fiilleri en kibar şekilde kullanma şampiyonası olsaydı eğer tartışmasız ipi o göğüslerdi.

Kırgınlıkları, özlemleri, hüzünleri, mutlulukları ruhunun karanlık dehlizlerinde ikamet etmekte. Bunların hepsini “tecrübe” denen yedi harfe sığdırmıştı. Bu yedi harf bedeninin demirbaşıydı, o da odasının… Gözlerini odasında gezdirdi ağır ağır. Kendisini odasına o kadar ait hissediyordu ki, dışarıdan biri odasına gelip “aa! Kimse yok” deyip geri gidecekmiş gibi olacağını hissederdi bazen. Evi, yaşamı, mezarı bu odaydı. Ama koltuk sevdalısı değildi asla. Onun için esas olan yolda olmaktı. Durmak değil… Bu yüzden kitaplarının her birine çocuğu gibi bakar, ellerinden gittiği zaman içi burkulurdu. Akademik makalelerle dövüşme denen bir yarışma kolu olsa idi eğer o kesin madalya alırdı.

Teknolojiyle arası yoktur/ Kalp kırdığı görülmemiştir/ Yüzünde tebessüm eksik değildir/ Bıyıkları vardır/ Eli ağırdır/ Kendisi de ağırdır/ Kocaman bir kalbi vardır/ İyi yöneticidir/ Onu gören öğrenci önünü ilikler/ Sırtımı okşasın diye yanında yürümeye gayret eder/ Babadır/ Sırdaştır/ Yardımseverdir/ Sınavları zordur/ Sınavları kolaydır/ Akarsu gibidir/ Sakin/ Ama derin/ Torunlarını sever/ Torunlarını çok sever/ Sivilde kot pantolon giyer/ Sivilde deri mont giyer/

Örnek insan kimdir? Diye bir yarışma olsaydı ezber bozulmaz Hikmet Bey galip gelirdi…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir