Geçenlerde bütün vaktini kızının odasıyla uğraşmakla geçirmiş, koca koca dolapları sürükleyerek yerini değiştirmişti. Ondan olsa gerek birkaç gündür bel ağrısı çekiyordu. Doktor bunun yaşıyla alakalı bir durum olduğunu söyleyip daha çok egzersiz yapmasını önermişti. Belli bir yaştan sonra tüm kadınlar büyük oranda kemik erimesi riskine sahipmiş. Bunu duyduğundan beri pilates yapıyordu. Gittiği salonda kendinden başka üç beş kadın daha vardı, en yaşlısı oydu. Bu taşra kentinden de ne beklenirdi ki. Bir yeni alışkanlığı da sabahları uyanınca ince öğütülmüş yulaf yemek ve yanında koca bir bardak sütlü Türk kahvesi içmekti. Kahveyi ocağa koydu, bir kâse yulafına süt ekledi. Mutfağın balkon kapısından dışarıyı izlemeye başladı. Balkonun köşelerine kuşlar için yuvalar asmış, düzenli olarak yem ve su koyuyordu. Her sabah imsak vaktinin girmesiyle telaşla uçuşan kırlangıçları mahallede ondan başka seven yoktu. Sanki bir sokak ötede sahil varmış gibi hissediyordu kuşların telaşını izlerken. Sahilde geçirdiği zamanlar geldi aklına, dalga sesinden kuş seslerini duyamadığını anımsadı. Duymuş muydu yoksa? Zihnini zorladı, gözlerini kapattı. Tam da o anda kahve taştı, ocağı söndürdü. Hay Allah diyerek ocağa yöneldi. Kahvaltıdan sonra pilatese gider, pilates dönüşü markete uğrayıp ihtiyaçlarını alırdı. Hoş geldin Ümit abla, diye karşıladı mahallenin market sahibesi onu. Bu kadını çok seviyordu. Hayata baktıkları yerler taban tabana zıttı, bambaşka düşünüp bambaşka yaşıyorlar ama nasıl oluyorsa bir paydada buluşabiliyorlardı. Lütfen otur, diye kırmızı tabureyi işaret etti. Vaktinin olmadığını pilatesten döndüğünü anlattı. Israr etti kadın, yanında genç bir kadın daha vardı, onu işaret ederek
“Hayat hikâyeleriniz çok benzer, o da senin gibi kızına adamış kendini, tecrübelerinden faydalansın isterim.” dedi. Dikkatini genç kadına yöneltti. Aklından neler geçti neler. Senin kocan da şizofren mi kızım, diye soruverdi. Genç kadın afalladı, hayır demekle yetindi. Market sahibesi araya girip “Kahve içer misin?” diye sordu. Doktoru yine yaşından ötürü günde bir fincandan fazla kahve içmesini yasaklamıştı. O da doktorunu dinlemiş olmak için kahve fincanı yerine çay fincanıyla içiyordu kahvesini. Böylece doktorun söylediğine uymuş oluyordu. Doktor fincan boyutu belirtmemişti ne de olsa. Kendini nasıl kandırdığını düşünüp bastı kahkahayı. Neşesi doldu marketin içine. Teşekkür ederim, günde bir fincan hakkım var, onu da sabahları kullanıyorum, deyip tekrar genç kadına yöneldi. “Pek gençsin, kızın kaç yaşında?” diye sordu. Genç kadın marketin önünde top oynayan çocuğu gösterip dört yaşında diye yanıtladı sorusunu. Küçük kıza baktı. Zayıfça bir çocuktu. Saçları kısaydı. Kâkülleri alnındaki yarayı belli belirsiz örtmüş ama tamamen kapatmamıştı. Neşeyle topun arkasında dolanıyor, topla birlikte bir sağa bir sola gidiyordu. Pek küçükmüş nasipsiz, dedi Önem göreve başlamıştı biz bu hallere düştüğümüz zaman, diye ekledi. Genç kadın bozuldu. Kadının bozulduğunu anlayan market sahibesi araya girdi “Önem Hanım nasıl?” diye sordu. Duraksadı biraz. Kızının nasıl olduğunu düşündü. İyi olmasını umarak başladı söze. “Emekli olup buraya gelecekmiş.” Genç kadın birden lafa daldı bu kez, sizin emekli olma yaşında kızınız mı var, diye sordu hayretle. “On dört yaşında anne oldum ben, elli beş yaşında kızım var. Emekli olup yanıma gelmek istiyor, o Ankara’da yalnız, ben burada. Ben de emekliyim aslında, öğretmen emeklisiyim. Rahmetli eski eşim de öğretmendi. Emekli olduktan sonra Önem çok çağırdı beni, baktı benim gideceğim yok şimdi o geliyor buraya.”
Market sahibesi kadın, yapabilecek misiniz Ümit abla, diye sordu. O anladı ne demek istediğini. Yaklaşık otuz yıldır tek başına yaşıyordu. Önem hanım yıllık iznini aldığı zaman onu şehir şehir ülke ülke dolaştırmış ama gezilerin sonunda hep tek başına dönmüştü evine. Evlenmesini istiyordu kızının, bunca yaşına yapayalnız gelmesinden hiç memnun değildi. Anne tarafından da baba tarafından da kimseyle görüşmüyordu. Varı yoğu bir annesi bir de çocuğu yaşındaki iş arkadaşlarıydı. Ben onunla yaparım da o benimle yapabilir mi bilmiyorum, dedi az önce attığı kahkahadan eser kalmamıştı. Önem döneceğini söylediği günden beri aklında tek şey vardı. Kehanet gibi gerçekleşeceğine inanıyordu. Annesi vefat ettiği zaman -yetmiş yıl ne de çok Allah’ım- insan neler yapar yetmiş yaşına kadar diye düşünmüş, bana da çok değil yetmiş yıl ömür versen yeter diye dua etmişti. Bir yılı kalmıştı. Canı sıkılıyordu buna. Sanki çok netmiş gibi şimdiden dertlenip tasalanıyor, Önem geldiği zaman onu mutlu etmenin yollarını düşünüyordu. Gelmesine daha dört ay vardı. O şimdiden hazırlıklara başlamıştı. “Oda hazırlıyorum Önem’e, baza alayım dedim istemedi, seninle uyuyacağım ben diyor çok özlemiş beni, insanlar duyarlarsa ayıplarlar Önem, kaç yaşında kadınsın diyorum, bunun nesi ayıp çocuklar anneleriyle uyuyamaz mı diyor.” Üç kadın da gülümsedi söyledikleri üzerine. Market sahibesi, bakma yaşına şekerim Önem Hanım kırk beş kilo kadın, sığışır uyursunuz, dedi. Ben de kızımla uyuyorum, dedi genç olan kadın hâlâ daha top peşinde koşan çocuğa bakarak. O esnada markete bir aile girdi alışveriş için. Market sahibesi masadan kalkmak zorunda kaldı. Bunu fırsat bilip ben de kalkayım artık, dedi. Hazır uğramışken kola alayım Önem için, o gelmeden dolapta hazır bulunsun, çok sever biliyorsun, diye seslendi market sahibesi kadına. Marketten çıkarken küçük kıza tekrar baktı, el salladı. Annesine de kafasıyla selam verdi.
Küçük kız tezgâhın üzerinde duran şeyleri görebilmek için parmak uçlarına bastı. Annesine bu dotamesler benim için mi, diye sordu. Eğer istersen sen de yiyebilirsin, pişinin yanına koyabilirim diye cevap verdi annesi. “Ben dotamese alışmadım ki anne, çileğe alıştım, muza alıştım dotamese alışamadım ama bak buradaki kuşlar insanlara alışmış, ben insanlara da alışamadım anne.” dedi küçük kız balkon köşesindeki kuş yuvalarını göstererek. O esnada Önem Hanım girdi içeri elinde kola şişesiyle: “Ayran içmek istemeyenlere kola verelim, ne çok kola biriktirmiş annem, ruhuna değsin.”
Amin, diye mırıldandı genç kadın çocuğun eline pişi verirken.